AŞKTA SAKINMAK OLMAZ

E L M A

Açtım davacı ağzımı, örtmem bir daha
Attila Jozsef

BİR GECİKMIŞ UYARI
I

De ki, çık köşenden zaman yok
Zaman dalgın bir su, eşiyor göğsünü
Yeter yıkılsın, seni ağılmaz kılan kayalık
Kırlangıçlar mı, buna da alışırlar aldırma
Tanımıydı geçmişin: bir bulanık ırmak
— Onlar ter ve gülüş denizinde fenerdiler ama
Senin yatağın ateş ve çaba, durma denize ak
Geçerek içinden gecenin dökül çatlamış dudaklara
Orda sızlayan bir oyuk irkiltisiyle sesinin
İster geç kalmış bir kaktüs çiçeği ol
Uçuk yüzleri dikenlerinle kanasın
Aksın şarıl şarıl, ölü kentleri yıkasın

De ki, çık köşenden kalmadı zaman

İrkilsin yeraltı rengi boğuk sesinle

Bu sırılsıklam ortaçağ geceleri

Her duyarlığını Kapalıçarşı'ya ayarlayan

Bu plastik saray, bu tapınç, bu vitrin

De ipeklere bürünmüş korku mankenleri

Bu satranç şahı, mermer sesli serseri

Bu turistik tespih, taneleri ölü gözlerinden

Canlan yoksul, camları çatlasın kuyumcular

Şafak diyor ki: Ben kanımla imzalarım her şiiri

Karanlıktan gül damıttığımız kardeşlerin
Yüreğimin kuyusunda yankıyor ölü yüzleri

II

De ki, karanlıktan damıtılmaz gül
Her çocuğa göre değil tezgâhı acının

Git işçi kızların düşlerine sokul
Geceleri çiyler sarar yaprak aralarını
İlkyaz çayırında kımıl kımıl solucanlar
Git sor, her sabah nasıl da solar
Düdükler metal sesiyle çağırırken onları

Sen karanlık yalvaç, gül damlıyor fırçandan
Bozuk bir plak gibi yinelerken eskilliğini
Bak geleceği emiyor kara hortumlar
Tank paletleri gül dediğin kuşu eziyor
Belki kitapta yok ama yasalarda var
Bir susmamaktır belki kurtaracak seni
Yıkılsın artık bu göbeğine okunmuş duvar
Diyerek aklamak bir şeyleri

Sanma her sırça bardakta sunulan rakıdır
Belki bir fahişenin masmavi akan kanıdır
Diye başlayan şarkılar yazsın onlar bırak
Sen günlüğünü tut acıtan sesinle günlerin
Aşk geçmişe de yürüyen belki tek yasadır

Dinle: çırılçıplak şarkılar söylüyorum

III

Sen, tüm köşesizlerin insan köşesi

Dur: sessizlik kulakları yırtan kampana
Konuş, kanla barutla sevdayla yoğrulmuş düş
Demir kapılar kalın duvarlar arkasında
Bir kelebek gibi yaşamı havaya çizen
Sesin, elektrikli tellerle çevrilmiş
Verilmiş günü kanatan aykırı sesin

Olmuyor, nasıl anlatsan olmuyor vay
Yaralı bir duruş gibi sızıyor ülken
Kırık kapı ırıklarından, çatlak testiden
Yine kilitlenmiş de çarşı kapıları vay
Boncuklar saçılmış yollara kara kara
Soğurulmuş üzümler gibi kırgın insanlar
Günün çiçeksiz ağacında gerilmiş yay

Sök takma tüylerini, in o ağaçtan
Sen bir tavus kuşu değilsin hey
Yoluna kırlangıçlar salınan tan
Dalgınlığa gelmez gece vardiyaları

Güven artık kanatlarına ey insan
Engellemesin ne buhar ne lav ne buz
Artık uçmak ve büyük konuşmak zamanıdır

ELMA

I

Tuz:

Kanıtım benim, yıllarca

Sözlerimde biriktirdim

Terimdir kavalımdan matarama

Günden beri dağları erittiğim

Kılcal damarlarım kavruldu susuzluktan

Tuttum deniz kıyısına indim

Hep yukarlardan geldik buralara
Zor alıştık ve ödedik bedelini
Kırk gün dinlendik, dinlendi atlarımız
Tandır ekmeği, çökelek, kara zeytin
Bir maşrapa su ve sararmış aşkımızla
Koştuk atlarımızı, evler kurduk sonra
Kazır gibi karımızın bedenine geleceği
Kendimizi kazıdık bereketli Anadolu'ya

Sonra beyler, sıtma, Moğol ve Osmanlı

II

Usandı güneş, topladı bohçasını
Sarktı esmer, kalın dudakları
Son bir inlemeyle baktı denize
Kızıl kıvrak bir yürüyüşle
Satışa gitti uzak ellere

Biz

Lambası kırık ay

ve deniz
Kalakaldık içinde gizemli bir ormanın
Fitilini, biraz daha açtı ay

Deniz
Kimsesiz, aç ve çıplak
Bir çocuk gibi inliyor

Ben
Uzak ve yaban kimliğimle
Islak kumlara notlar düşüyorum

Kör bir ayışığında uğuldarken deniz
Ben biraz kimsesiz, biraz erinçle.
Her güneş vurup yağmur yağdığında
Kıdım kıdım da olsa eriyen kayaya
Oturdum.

Sordum:

Bu Likya testisi çocuklar
Kavrulmuş kentleri mi anlatır
Kil bir sessizlik yayıldı ortalığa
Yeni bilenmiş bir bıçak gibi baktılar
Acemi askerler dolaşıyordu parkta
«Tüm kasabayı dolaşmak bize yasak!»
Kalktılar

(yaralı birer kartal)

uçtular

Ay, mağarasına çekildi usulca

Gitgide silindi gölgeler

Yalnız bir Rodin yontusu kayada

Kullanarak gözlerini bir makas gibi

Kesti denizi boydan boya

(Ses ve gümüş, bir at ve bir kadın

Bir at ve bir kadın daha. Sonra

Orgazm çığlıklarıyla, savaşta

Yenilmek üz're olan kocalarına

Yardıma seğirttiler esrik.) Ve dolunay

Yeniden çıktı ortaya karnındaki çocukla

Ve bana kaldı savunmak denizi
Tek tek kayaları, aşkı ve umudu

III

Biz artık kaldık burada

Yaban bir at gibi tek başımıza

Kayalık, çığlık çığlığa burada

Yok yere kan akıtılan burada

Çocukların ağıtlarla büyütüldüğü

Türkülerin Tartaros'a sürüldüğü

Ve aşkın artık aşk olmadığı

Ve kana banıldığı ekmeğin

Ve artık tüm kadınların

Neronlar doğurup Romuluslar emzirdiği

Yaşamak isteğinin irine bölendiği

Altınla tartılıp satıldığı sevdanın

Biz artık kaldık burada

Ey kıl çadırlar kıl çadırlar

Biz artık kaldık burada
Bağbozumunda aşksız ve şarapsız

IV

Sustum.

Susmak yaftamdır benim

Her isyanın ardından, kanla bastırılan

Taşırım göğsümde Hitit'ten beri

Her sözcük midye kabuğu gibi

Keser dilimi, insanlığım uyanır

Artemis işer yarama Paris kıskanır

Yıldırım yemiş çınar gibiyimdir

Gözümü köz yalar göçebeliğime inat

Sonra bilirim: Aşka barikat engel değildir

O zaman bir taş daha koyarım taş üstüne

Çünkü ben yüreğimden zincirliyim yaşama

Çünkü ben beynimden zincirliyim yaşama

Biz en eski kullarıyız yeni otağların
Dedik de yüksek bir kütüğe çıkıp
Sakınmak gelmedi elimizden boynumuzu

Aşkta sakınmak olmaz, olursa aşk olmaz

V

Ey kil çadırlar kıl çadırlar

Kuşkudur

Konuğumdur dikenli yataklarda
Boğazımda bir kılçık gibi durur
Yenilgiler şiirimde kan kokusu

Ben ölürüm de gülmem zeytin ağacı
Dağlardan ölümü getirirler
Antika bir seccade gibi yayarlar
Bir asker bacımda durur, iki asker
Sonra bir kadın uğunur uğunur
Sonra bir kadın uğunur zeytin ağacı
Sonra bir köpek gelir işer yaralanma

Bir de grev kırıcılar bir de onlar

Sustum.

Üretip bölüşmeyi yakılmış kitaplarla

Sevişmeyi karanlık Rimbaud'yla

Kestiğim kızıl sakalımla gömdüm inancı

İşte jilet, işte ben, işte deniz

— İşte sen, işte ısırganotundan kefenin

Aşkta sacayağı olmaz, olursa ölüm olur

Ben yeraltından çıktım yüze
Ölürüm de gülmem yüze
Artık güvenim kalmadı size
Arkamdan vurdunuz bu nasıl tüze

Bir de onlar zeytin ağacı bir de onlar
Sonra bir çocuk gelir işer yaralarıma

Sobe!

VI

Gözyaşlarını bendime akıt

Ey bulut

Bıktık paslı bir nakarat gibi

Her güz yinelemekten ölümü

Her güz bir çentik daha atmaktan

Çığlık çığlığa yaladığı kıyılara denizin

Yaslan da gidelim ey kıyı, üşümüşsün
Ne demezler kazayla görse ölülerimiz

Üşüyorum bir servi gibi, yapraksız
Birer birer gömdük onları geleceğe
Bir de yitiklerimiz bir de onlar
Sınır taşları yalnızlığımızın
Yerleşik sancılarımızın aşılmaz kaleleri

Yaslan da gidelim ey kıyı, üşümüşsün

Artık ölümler de yitirdi eski acısını
Oysa aşklar derin
İzler bırakıyor hâlâ
İnsanın tam şurasında
Ve şurasında

Bir babam yeterince özlüyor
Bir babam sahip çıkıyor dağlara
Ama
Düşünsene o bile utançlı bir sessizliği yeğliyor

Soluklar açıyor tanla

Bir dalga alıp götürüyor yazdıklarımı

Ve geçmiş suya gömülüyor

İniyorum artık kente, ıslak bir kimlikle:

Ben geçmişte unuttum fenerimi
O yüzden soyundum Neron'luğa
O yüzden büyük konuşuyorum artık

Elmaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!

YANDAŞ

Ben delirmiş dağ yollarından yanayım
Delirmiş ve bir yaralı gibi uçurumlara koşan
Veya zinaya kışkırtan upuslu kadınları
İlkyazın acemi sesiyle sabaha yakın
Hani dolduruşa gelen mart ağaçları gibi
Hep düş kırıklıklarını anlatırlar sulara
Oysa bilmezler bütün sular belleksizdir

Ben doludizgin koşulardan yanayım, kıvanç
Nedir dökülür eteklerinden mart ağaçlarının
Daha da daha da uzun koşulardan yanayım
Aşkın mavi çayırlarına ayarladım tüm gövdemi
Kestim biçtim, ekledim çıkardım, buyum dedim
Kimse kandıramaz yalnızca neferiyim yaşamın

İşte buyum, gidip de dönmemeklerde açarım

Alışılmış gündoğumlarından yana değilim ben
Bırak umutsuzlar avlasın kendilerini kuyularda
Her uçurum bir ayna değildir yansıtmaz gözleri
En iyi kement gökkuşağıdır avlanmak isteyenlere
Desinler ki aşk budur: sular sulara akar
Herkes kendi uçurumunu sever en sonunda
Ve nasılsa herkes kendi geçmişini kullanır

Törpüledim ben geçmişi, kuşkular da ekledim ona
Sesiyle konuşurken su acılı bir çöl çiçeğinin
Kimdir ateşle suyun arafında at koşturur
Kimdir bir mıknatıs gibi kullanır sesini
Ve ateşi bir kimlik gibi taşır kurumuş bozkırda
Kimdir o sarılacak yılanlar icat eder her gün
Konuşsun ateş bir yolda kalmışın eski sesiyle

Ben gidip de dönmemekten yanayım

Aslanlar'a

E P İ K L E R

I

Bölüm: A
Onlar mı, yürüyorlar hâlâ kinsiz ve güleç

Tomurcuktu, karanlıklar içine patlayacaktı
Sıcak bir ekmek, apaçık bir yadsıma
Gelincik rengiyle tan kardeşi bir yumaktı
Beklenendi, ne kadar uzaksa o kadar
Oydu, her ölüden sonra bir adım daha
Şarkılarla: bir ki bir ki bir ki bir ki
Kan kulelerinde ölüler sevgi nöbetçileri

Onlar mı, yürüyorlar hâlâ kinsiz ve güleç
Hep birlikte indik alanlara, onlar öldüler
Hâlâ bir gül bile bırakamadık mezarlarına
Ey kafes, kirli perdesi gözlerin kara barbar
Yani sen ey sapıtmış hücre, usa eklenen ur
Ey beynimizi yakan engizisyon kılıklı kan taşı
Ey kuytu, baş ağrısı ölülerin, ey kırılmış onur

Onlar mı, yürüyorlar hâlâ kinsiz ve güleç

Çınlayacak elbet yenilmiş dillerde şarkılar

O ki eylül çölünde vaha, buğudur ağar kanımızdan

Ağır ellerimizle kazımadık mı düşlerimizi mağ'ralara

Bir parça çocuk yanından bir parça buğday

Bir sabah yanlışlıkla açtıklarında kapıyı

Uyanığım, ayaktayım, ben varım

Her ölüden sonra birimiz çıktı öne
Şarkılarla: bir ki bir ki bir ki bir ki bir ki

Bölüm: B

1 Böyle bir gündü başladık şarkılarımıza. Çürük
Dişleriyle kirletmişti çeperlerimizi filolar

Ve her ölüden sonra biriniz çıktı öne
Uyanıp kızaracaktınız, bir avuç kiraz
Düşecekti tarihin incelen camına
Düşecektiniz camına önlenemezdi bu
Çünkü bitmemişti her şey, gergindiniz ama
(Sonra varla yok arası bir kan sancısı)
Dökün ortaya armağanlarınızı: ne kaldı
Dedi başlıyor bittiği yerden son macera

2 (Bayrak diye çektik kanımızı, yeminliydik
Ağulu bir hançer gibi ihanet, duvarımızda)
Herkes kendini seslendirecek dedi
Her şey bitmedi yoklayın soluğunuzu
(İlkeldik biz mendil var gözyaşı yoktu)
Ölüm tutan parmağını yalar ne de olsa
Ne de olsa bu yüzdendi kuşattık ölümü
(Terli bir kuşatma hâlâ sürer kent arkalarında)

Çocuklar bizi bekliyor son ardında gecenin
Saksısız büyümüşler ve ölü yürekler arasından

3 Bir Türkmen bıçağı gibi karanlığın karnına
Sokmuşlar da güneşi, bir buğu gibi kış'ardından
Uyumlu bir koro gibi bekliyorlar çalgılarının başında
Dökelim diye ustalıklarımızı ortaya: başlasın

Şölen: ey kan, ey hücre, ey beton ve kara dans
Şölen: ey işkenceler kentinin aykırı geyiği
Şölen: ey karanlığa karan duyarlığı halkın
Şölen: ey çığlıklarla sulanan sevda ve irkiliş
Şölen: ey işleyen yara, tuz basıldıkça yayılan
Şölen: ey eylüllere kırmızı karanfil gibi taşınan

4 muştular, bildiriler, yalın sevgiler
Dökelim armağanlarımızı ortaya: anlaşılsın
Bir karanlık çatlıyor, bir çağ ve mermer
Çekiliyor işte aramızdan kör uyum; yağmur

Durdu.

ey ikiz kuytu, sancılanmış çatal göğüs, son yumru
duman, ey becerikli kanatanı kanatların, gecenin ecesi
son dansçısı alanların, ortalığa bir alarm gibi gerilen
ses, ey ter, gül ve halat, yaşamın yedi renginden dokunmuş
imbik

5 O duvarlar önünde papatyalar açar sonra
Bir halk büyür ergen beyazlığından oruna

(«Sonra günlerce ağlandı bizim evde»
'Nereye gidiyorsunuz, her yer yanıyor'
— Biz nesiyiz ki savaşın, gül dikmeye

Yaşamaya geç, nereye gidiyorsunuz böyle

— O kadar büyüdük ki, ölüme doğru

O kadar büyüdünüz ki, ölemezsiniz)

Bölüm: KORO

Ve sessizlik sonra, yaşamın toprakla sürdüğü
Umudun çocuklarla, mart kedileriyle aşkın
Ve sessizlik ölümün pençe yerlerinde donduğu
Kanıksama, poyraz geçitlerinde dönekliği
İhaneti kanıksama, topuğumuzda taşıdığımız dikeni
Kargışlı duvar diplerinde bildik ihaneti
Ve çizdik alnını uzun kirli tırnaklarımızla
Düşer düşmez uzadı boyumuz, tırnaklarımız ve
Sakallarımız damar damar göğsünde Anadolu'nun

Biz yaşama özgüyüz, ateşe toprağa ve suya

Ne kaldı adımızdan geriye, bilenmiş ünlem mi
Biz kanlı bekçileriyiz ateşten yeni ülkenin
Çekip aldık yüzümüzden kara bir peçe gibi
Kırk kat yerin altına gömdük soylu acıyı

Nar yiyin vişne yiyin, nar yiyin hey
Vişne yiyin nar yiyin, vişne yiyin hey

Çekin yelkeni asılın küreklere çocuklar

— Gereksiz harcanmış kupa ası konuşuyor —

Adınızı dünyaya verin, dalgalar ıslatsın sesinizi

Ve martılar dökülsün karanlığına içinizin

Tırnaklarınızı keser gibi kesip atın adımızı

Yeter bize humusu olmak bu son insan soyunun

Yeter bize sevdanın rengini vermek ölüme

Biz, bütün gerekli ve gereksiz ölüler böyle düşündük

Ve kaygısızca verdik yürüyüşteki sıramızı size

Övgüyüz biz yaşama, ateşe toprağa ve suya

Ama küçük çocuklar gibi ormanda

Şenlik ateşleri yakıp ara sıra

En iyisi yasamak diyoruz

En iyisi elbet, kardeş gibi tutkuyla

Bölüm: SUNGU

Duy, yorgun çekiç sesleri ve sıcak teri gülün
Akşam altlarından bitkin caddelere sızıyor
Bir koro sıcak sessizliği söylüyor mezarlıkta

Acım inadımdır benim günün örsünde dövdüğüm
Diyorum yaşlı adamlara, her söz çürük vişne
Gibi damlıyor konuşsak, dilimiz isyan halinde
Kimse inanmıyor sömürgeci sokak çocukları
Değiliz, yansın elinizde kırbaçlarınız
Çöküyor birden hangi limana sığınmaya kalksak
Sussak, düşüyor sararmış yüzümüzdeki mask
De ki, tarih çoktandır uğraşmıyor ayrıntılarla

Herkes ayrı bir odada kendi aynasına bakıyor
Kanıyor yaban arısı gibi tutunmaya çalıştıkça
Kapatılmış perdelerin ardında sıkı sıkıya
Hani atmış gibi gür bir çağlayan ıssız kıyıya
Herkes kendi intiharını dokuyor kendi tezgâhında
De ki, ey inanmış uzat boynunu, gün alçalıyor

Niye kırk parça gösteriyor yüzümüzü geçmiş
Biz ki kökü insan olan bir ağacın dallarıydık
Soyadımızla çağrılsak da hâlâ meşe kapılardan
Biz ki varımız bildik onu, can alıp verdik
Biraz erkendik bütün hortumlar bizi buluyordu
Uzatmalı buyruğuyla haki bir tanrının

Granite inen kazmalar duyuruyor aşkı
Terin mengeneleri kirli suları sıkıyor
Aşk mı, bir mültecinin kimlik bildirimi
Aşk mı, inadına ve ortaya yazdığımdır benim
Alnımızda bir akıtma gibi durur ölüm, aşk mı

Sessizliğin çekiç sesleri vuruyor şafağı

II

Bölüm: Al

Şalter inik, ateş küllenmiş, çok mu ırağız
Havada deli poyraz ve tecrit, burada masal
Çağı yaşanmakta, yüzümüze kapanlar kurmuşuz
Çıkmışız gibi ölüm avına işkence odalarında

Sus, çalamazsın kendi sesini sonsuz koyaktan
Kim bağlasa çarpılır süren yağmuru poyraza
Hem çoktan terk etti gemiyi ikinci kaptan
Savunmak zor onu bu akşam, bu yağmur durmaz
Kendi yarımadanda karaşın ağıtlar da boyasan
Geçmişin çağıran türküsü yine onların ağzında
Ki yine doğrulttu rotasını gemi, karaya oturan

Aç bir bedenin nasıl hırçınlığıydı güneş
Büyük uyudular taş bağlayıp gölgelerine
Oldukları yerde kaldılar aşklar ve silahlar
Artık bir toprak kimlik sormuyordu ölülere
Bir de mutsuzluğu yaşama çizen rüzgâr
Oldukları yerde kaldılar eski ve yeni dağlar
Soyunursak sarışınlıkları kuytu köşelerde
Yine de umut var ey çizginin üstünde kalanlar

Onlar o köprüde durdular alışıldılar birden
O trampetçiler öyle uyumsuz çalmasaydı
Bir önceki notada takılıp kalmasaydı orkestra
Karıncalar ağardı yüzümüze uyanırdık, dediler
Dediler kinimiz ağırdır bizim, soluğumuz toy
Ey seslerine çentik çentik inme ağan yadsınmışlar
Yüreğimizde uçurum sesi, ölümü inceltir yüzümüz
Akşamlarınız mazgallarımızdan iner boşluğunuza
Ki benzimiz ağır soykırımlardan uçuktur

Bölüm: A2

Unuttuk mu?... Nasıl unuturuz, bir gün

Nar ağaçları büyüyecek satır aralarından

Dediler: yaşanmış bir şenlikti...
Kalabalıktık biz çıktık alanlara
Çoğumuz sarı sıcak maceracı
Çoğumuz elendik zorunluğun kalburunda
Eylem tüm zamanlara göre çekilir
Hem sevişmek de eylemdir şenlik de
Hem tüm savsözleri çıkardık usumuzdan
Yeni baştan karıyoruz kartları
Kulağımızda acı keskin bir küpe
Yüzümüzde uygun su yollan haritası
Gerekli ölüler fihristi, acılar yongası

Bölüm: A3

Ey ilk ateşlerin büyük sevinci
Ey ilk kıvılcımın büyük onuru

Dediler: biz ki ölmek ustasıyız
Yaşama uygun sevinçler yontarız ölümden
Niye adımızla başlıyor bütün mutsuz aşklar
Niye adımızla anılıyor her yangın fısıltılarla
Biz ki dondurduk atlarımızı yoklandık bir bir
En körebe yerlerinde yoklandık kentlerin
Dağların ağıtlarla büyüyen yerlerinde
Gizlenecek şeyimiz yoklu, yaktık olanları da
Bizi çobanlar da esinledi tarih kadar
Bütün çobanlar deniz kıyısına indi sonra
Çobanlar orda durdu durdu durdu
Sonra kadınlar geldiler, çocuklar ve yaşlılar
Şişelerde yüreklerini deniz tanrısına sundular

Ey zamanını aşmış uygarlık

Ey terime rulet oynayan artık

Ey kıl çadırlardan kara yapılara

Ey kendini fitilsiz lambalara gömen ışık

Bölüm: B1

Sen baktın, yorgun bir adam çıktı içimden
Sen baktın, içimde dolaşan bu kösnül ateş
Sen baktın, soyundum pırıl pırıl oldum
Çoğaldım, kendi söylencemi yaydım erkenden
Her duvara 'kırmızı gül' yazdım, haklıydım
Bir koşular kentiydi sen bakınca Ankara
İstanbul başkaldırılar, göçebeler kenti
Bir imdi: sen baktın ben koştum, bu oydu
Her uzak köşe alışılmış ölümler saklıyordu

Hep böyle gecelerde aradım seni, koygun gecelerde
Hep böyle dağlara sürülmüş yaşlı bir at gibi
Yitik bir çemberi çeviren çocuklar gibi yaşadım
Sıcak bir damardın oysa sen kuytuluğunda kentlerin
Orda duldalar çünkü, kovgun insanlar
Gülüşlerine kepenkler indirir ve uyurlar
İşlevsiz kediler orda, rolsüz kahramanlar

Tuzda karanfiller ki çoktan unutuldular

Bölüm: B2

Gözlerin en uygun mürekkep, sula divitimi
Gelecek bekliyor beni, yazısız kitap gibi

Yan yanayız işte, isli camlar ardındayız
Boğulmuş boynumuzda hâlâ tel izleri
Dumanlar tütüyor kurşun yaralarından
Asılma oyunu oynuyor sokaklarda çocuklar
Birer gül dikiyorlar adımıza sevdamızı boyayan

Zamanı terle algılayan bir çayırım ben
Yürüsün üstüme gözlerinde kişneyen kısraklar

Diyorsun ki ölüyüm, unuttum dilini
Yordu inancımı mümin suskusu Anadolu'nun
En derin yerlerine 'tezgâh'lar kuruldu
Coğrafyasız tarihsiz bir yerlerinde
Koyu ve açamamış çiçekler soldu

Yitmiş bir dağcıyım, gözlerin birer çığ
Ne zaman baksan buğular kalkar yüzümden

Böyle olmayacaktır, varılacaktır gökyüzü
Ölü gözleri ve ısırganlar yağacaktır
Toplanacak bir gün kenti süsleyen cesetler
Çünkü papatyalar açıyor yüreğin duyuyorum
Cinayetle suçlanmış çocukları yıkıyor rengin
Böyle olacaktır tüm ırıklara sızınca sancılar
Kurşunlar sekip sahibini bulacaktır

Bak, haydi bak, buğular kalkmalı yüzümden

Bölüm: KORO

Geceyi ve soluyan ırmağını gecenin
Geceyi ve onun bilincimize eklediği
Söğüt ağaçlarını ve arıtan ışığını
Yıldızlı bir kitap gibi içimize akan
Ve kaynağımıza sesler bırakan ırmağı

Geceyi ve yol gösteren avizesini gecenin

Hak edemezdik ki kendimizi yorulmadan
Bu, kavramaktı esmerliği, bitecekti
O kadar belliydi ki bu, kanımızdan
Boynumuzu yoran iplerden ve uğultudan
Bu o kadar belliydi ki: yaşıyorduk

Ona kuruluydu bütün güzel saatleri gecenin
Çünkü yorucuydu doğru, aklayandı ama
Yazıtlar gerekmezdi başucumuza, gereksizdi
Servileri mumlarla kirletmek, elma olgunluğu
Çünkü her şeyden önceydi bu, beklenendi
Geceden ve dudağımızdaki vantuzlarından
Issıza sığınıp öpüşmelerden, olmaz sanrılardan
Kendimizi adadığımız sis tapınaklarından önceydi
Bir kezcik sığındığımız intihar olgunluğundan bile
Çünkü yorucuydu belki, ama aklayandı

Sonunda ayrımsadık bunu: derin derin sustuk
Sustuk, büyük konuşmaya giriş olsun diye

EPİKLER'E DİPNOT

Ben ki kaç zamandır kendime sürgünüm/Beş benzemez bir el gibi yaşıyorum/

Ateşler yakıyorum Beyazıt meydanında/Dumanlar savuruyorum düşmana inat/

Şeytan bile biliyor gücümü/Konuşsam milyonlar konuşuyor ağzımdan/Bir ateş

yaksam (sözgelimi on dokuzlarda)/Birden milyon tüfek halaya duruyor/Kurt ve

kuş, hava ve toprak, su ve ateş/—Peki, ne zaman tanıştık sizinle —

Artık önemi yok arklanndan eksilen suyun/Çünkü ne oldu bilmiyorum, karardı

içim/Düşlerime saplandı kendi bilediğim kılıç/Akıttı içime zorla zorba bir tanrıyı/

Baktığım kendi gözlerim değil artık/Ne konuşan kendi dilim, ne o el benim/Gece

tarlasına yıldızları savuran/—Ben hangi ellerimle tanıdım sizi/Siz hey dilimde

açan isyan gülleri —

Belleğim suya yıkılmış söğüt ağacıdır/Kaç kez denedim derin girdaplarda boğul-

mayı/Anıları ateşten bir sancak gibi taşıyarak/Çekiç sesleri altında yıkık bir han-

da/Pencereleri tahta çakılı/Nemli duvarlarında/Aşk salıncakları örümceklerin

Uyusamı uykularımı kim uyuyor çölde/Ölü bir atın izini sürerek/—Haydi söyleyin,

ne zaman tanıştık sizinle—

Y A Ş A M A T E L G R A F

Bir Delinin Yorumsuz Sayıklamaları

As'lolan mutsuzluktur akşamüstleri. Soluklar benzin kokar,
ayaklar asfalt, çocuklar ölüm. Ve gece iner kuyruğunda zillerle
garlara. Başlar ölü sorguları. Ortalıkta leş böcekleri, cehennem
neonları, asit ve zift şenlikleri. Oruçlu ağızlar, dumanlı kafalar,
panik misyonerleri. Münkir sarhoştur, Nekir satılmış. Haydi,
deli kimlikleri satıyorum, deli kimlikleri, deli... —Kimse açlığı
ve korkuyu suiistimal edemez!— Tam zamanıdır varoşlara kara
bir perde çekmenin; tam zamanıdır varoş kahvelerinde org çal-
manın ve uykularına ağu katmanın. — Kimse karanlığı yadsıyı-
cılardan olmasın, kimse kendini bir yılan kavı gibi kendinden
sıyıranlardan. Onlara, çok ağır olacağını söyle gazabımızın!

Gelin, sığının diyebilirdim dolu olmasam. Çünkü hep doluyum
ben. Şuram, ayyaş istasyonları Ankara'nın. Dallarımdan sarkı-
yor her akşam, (İşkence için iftarı bekler müminler.) Her akşam
yalnız ve yanlış biniyorum trenlere: bir ben bir de ben. Sözü
edilmemeli artık mutluluğun. Yadırganmalı. Sevinç, Yenişehir'
de soyunduğum fraktır. Adı konmuştur: Kirli akşamüstleri, An-
kara... Soluklar ispirto kokar, gözler açlık, genç kızlar intihar:

«Bir intihar Daha: Dün, saat 19.30 sularında, 17 yaşında bir kız,
Mamak-Sincan arasında çalışan banliyö trenlerinden birisinin
altına kendini atarak buğulu camlarını kanla silmek istemiştir.
... Ajansının haberine göre olay, Yenişehir İstasyonu'nda mey-
dana gelmiştir. Adı Y. olan genç kızın umutsuz bir aşk yüzün-
den intihar ettiği sanılmaktadır...»

Genç Kız ve Gece
«Çeyizler sandıkta basılı kaldı»

Akşamlar hep bir Kur'an sesiyle başlar
Kur'an susar duvarlar başlar: susma
Derinliğimde hiç görmediğim bir adam
Batar yüreğime onun irkilten sesi
Mezhebim Hanefi dinim İslam
Sarı bir kiraz yaprağı gibi içim
Bungun, dağınık, kıpırtısız ve kaygan
Şuramda o tatlı diken anamızın anlattığı
Giriyor giriyor, yırtıyor aklığımı

Dinle n'olur, konuş n'olur: uyuma

Uyusam en karanlığımda bir adam
Biraz babam, ağzı köpüklü Hz. Hamza
Biraz hırsız, biraz kabadayı, biraz Müslüman
Biraz babam, biraz O adam hiç görmediğim
Sesini duymadığım, naylon köpükler gibi
Yüce dağ doruklarında: sisli, içine itildiğim
Bir ağır yılan gibi çöreklenir ıssızlığıma

Hep gül desenleri hep özlemdir patiskam

Nasıl desem, küt ve ıslak bir kama
Çıkıp kınından yürür üstüme üstüme
Bir yanda kesik baş bir yanda kuyu
Bir yanda çift kesişli kılıç oynar
Patlar kör kuyuda bitimsiz bir çığlık
Susarsan şu isli lamba gözlerim oyar
Hiç yakışmadığım kara gül
Akar şurama gecenin gizli şadırvanından

Uyudun mu kardeş?! — Uyumadım konuş

Kerpiç bir ev gibiyim, üflesen yıkılacak
Diyordu ağıtçı, ellerim kına yüzüm duvak.
Ak bir papatya gibiyim oysa ben
Kır çiçeği diye satacak beni çocuklar
— Kimin attığı taş varıyor ki menzile
Hangi kız varabiliyor ki dilediğine
Şarap gibi kösnüyor inadından Ünzüle

Gece şarap gibi özlemimden damıtılan
Gece kuduz bir kedi gibi iri ve sözsüz
Ah bir de o, canımın gömleği, bir de o
Çakılıp kalıyor ağlama duvarıma gözleri
Bir haz burgacı et ve su koşularından
Hep böyle akıyor kimsesiz karanlığıma
Hep böyle akıyor cansuyu kayalıklarımdan

Ay, ölümle damıtıyor beni: dinle
Bir de dudaklarımda bu güzel panik
Ölüm öpecek beni paniğimden, öpün beni

P
a
n
i

ğ
i
m
d
e
n

İşleri içmek Olan Kadınları Beyoğlu'nun

Bir im sayalım bunu... Lirik bir sessizliğin ardından, bir tanık-
lıkla kocamanın; geleceğe ertelemenin ardından kan çıbanına
dönen usu, sıcak bakışları ve özgürlüğü, indim acemi atımdan.
indim, «bir gül dalma bağladım» onu. Gittim, arka sokakların-
da Beyoğlu'nun taframı attım. Tertemiz bir tarak gibi daldım
aralarına, işleri içmek olan kadınların. Onlar yorgun bir su gibi
uygun, gececi. Ben kılıcını yeni bilemiş acemi bir savaşçı. Onla-
rın ceplerinde cinayet referansları ve taşra. Benim dilimde üç-
buçuk karanfil, bir yosma ağıtı ve şiir artıkları.

Bir im sayalım bunu...

(Karanlık bir an'ı seçiyorum. Hiçbir şeyi çarpıtmadan, çıkarıyo-
rum bileziklerimi. Oraya, ateşin kıyısına. Boyalı serseriliğimi,
ayaklarımı yakan bozkırı, beni deli eden o kızı güzün ırığından
öte geçeye itiyorum. Ben zaten yitirmiştim onlarla ve onlarda
aklığımı. Ve en kurumuş damarlarımı bu metal, bu camsı, bu
çapak çapak aşkla yırtıyorum. Ne yargıcım artık, ne çok uzak-
larda bir söğüt ağacı. Artık bir bir söndürüyorum eski, soylu,
somurtkan lambalarımı.)

Bir im sayalım. Onlardan, hangisi baksa bir geyiğin gözlerine bir
ormanda, gözlerinde kendini görür de geyik, bir çocuk gibi dü-
şer ardına. Yetim bir çocuk gibi gelir, sığınır ana koynuna sığı-
nır gibi. Oysa ben çoktan söndürdüm eski lambalarımı, uzak
kentlerin yatılı okullarında yakılmış. Şuramda kaç bin yıllık kül.
Benim yollarımı kapadı elma çiçekleri. Söylevler çekildikçe ölüş
gecelerinde. Kasap çengellerinde etleri, ölmeyi bile bilmeyen o
soğuk kuşlara kaldı şimdi o kentler. Ey işleri içmek olan kadınla-

rı Beyoğlu'nun! Ey her resmin kanlı ve kesik çizgileri! Her kentin

küskün damarları ve kısır kediler gibi sırtını güneşe dönen eksi-

ler! Hüzün bilinmeyen bir Anadolu masalıdır, kansız çarşaflar için

konuşan tabancalarda.

Yani yatalak sevgilerden arda kalan kum
Bir yanımın çağdaş rüzgârlarından üstün
Bir yanımın ırmaklarında boğulan türkü
Ki artık yalnızca dilimi sızlatan hüzün

Bir im sayalım bunu...

Göksel taframla indim acemi atımdan
Uzakların gözleriyle inançlı bir yargıç
Siz soyundukça kent övünüyor
Bir ruj lekesi kalıyor zamanın alnında
Kalebentler, yorgunlar, ayak bağları
Ey meyan kökünden damıtılan söyleşi
Masalara yayılan ey soğutulmuş ilenç
İşleri içmek olan ey kadınları Beyoğlu'nun
Mutlu kırmızı apartmanlarda mutlu sıcak
Ayyaş çocuklar emziren uyku mezeleri
Yani siz örümcek yalnızı kuytu odaların
Ey naylon çiçekler sulayan uyumsuz garsonlar
Yakut öpücükler yakıyor boyunlarınızı
Yaranıza yaranıza sokuluyor soğuk küfüyle
Kim ne dese sizi emiyor bir vampir
Gelinliğinizden emiyor kansız gerdeğinizden
Yatıp kalkıp sizi soluyor Yüce İstanbul
Uyuyup uyanıp sizi doğuruyor nedense
Nerede kaldı o bıçaklar nerenizde saklı
Ya bir yanınızı utandıran o ateş türküleri

Ya da sizi boğuntuya getiren kişiliksiz caz

Ama yaralarınızdan dönen bıçak uslandı
Çürüyen yanıyla, öbür yanını yakan
Bir akrep gibi uçtu karanlığa
Artık sizi yanıyorum ey sayrılar ülkesi
Çırılçıplağım artık hazırım her şeyinize
Hançerimi güle gömdüm yaktım esmer giysimi
Yani hep korkaklarla yattığınızı bilen ben
Issızlığınıza dayadım kahraman ağzımı

YAŞAMA TELGRAF
I

Çünkü sevgilim kan ve sen
Aşkın damarının attığı yerde
Bir gülün gülmesinin tuttuğu
Çünkü sevgilim...

— Ne ağır yenildik?!

— Ama sonuncuydu bu..

Sen ah, ağzımın yancısı
Bir gün gömülmeden son ölü
Bitecek belki terin sancısı
Bitecek kan davası bin yılların

— Bitecek bin yılların kan davası
Hem uyusak da biz su ve ay

— Silah çatar, ama ne ayazdır
Şavkları vurur çocuk alınlarına

— Bir adamı karabasanından uyarır

Bir sen de sevgilim bir de ben
Sıra artık bizim türkümüzde

Şair söyler ağır söyler, demişler

II

Çünkü sevgilim sen ki en
Kanlı geceme bırakılmış
(Ama nasıl da öyle

bile isteye)
Vişne ağacı en karanlığıma gerilen
Ben ki dallarından bakıyorum öteye

Çünkü sevgilim ötede,

bilir ölüler de
Hiç kaldırmadan başlarını bile
Nasıl doğar ellerimize kapkanlı ve
Sımsıcak bir tay masmavi anasından
İlkin ürkek bakışları, kuşkulu ve derin
Büyütür içimizde deli bir karanfili
Ve usulca dokunur yaramıza onduran dili

Çünkü sevgilim ölüler de bilir
Onlar ki doğacak tayın en usta ebesi
Ki aynamda her biri kıpkızıl kor

Onlar ki esinlenmiş öpüşlerinden
En havalı anından hem de öpüşlerinin

Her biri aynamda çağıran bir çan

Bir bankta uyanıp da derin uykularından

Kanlı bir parkta ayaz mı ayaz

Ölü ağızlarıyla
Bir cıgara aranırlar ya
Bil ki,

bir ülke

halkının öpüşleriyle

başlar yanmaya

Böyle apaçık böyle yapyalın işte

III

Atla aşkımın son sandalına
Gel, çek küreğini kanımda

Kurumadan bütün ırmaklarım
Bütün göllerim buharlaşmadan

Artık umut kalmadı dünyadan

Gel, sıkışıp kaldık bu adaya
Tutunduğumuz bir nilüfer de olmasa

Artık umut kalmadı dünyadan

Gel, bir kuytu bulalım seninle
Sevişelim sevişmek için, çocuğa

Kalma nasılsa bütün çocuklar
Ölüme hazırlanıyor ağır ağır

Artık umut kalmadı dünyadan

Gayya kuyusu kazıyorlar insanlığa
Kalmadı, umut kalmadı dünyadan

Ama bizim şarkımız değil bu şarkı
Bir kadın ve erkek yontusu gibi
Doymuş yüzü gibi onların aşka ve
Ekmeğe, biçimleniyor daha yeni yeni
Ellerimizde biçimleniyor çünkü tarih

Bir gelincik tomurcuğu gibi
İşte öyle patlayacak dünya
Patlayacaksa

IV

(Umut bir sırt çantacıdır çünkü sevgilim: Bir savaşı örneğin öl-
çüp biçip sokabilirsin: Kırmızı ve ağır çiçeklerle donatacaktır
çünkü bin yıl sonra, gözyaşı şişeleri tarlaları. Da kör bir sanrıyı
sokamazsın içine, almaz. Ya da ölürse bir gül dünya karamsar
oluru; ya da artık savaşa hazırlan ey Afrika'yı. Yaramaz bir ço-
cuk ancak kedisiyle kurtulur açlıktan...

Oysa konulmalı mutlaka bir çocuğun bakışları
Kapkara bir çamur selinin az sonra boğacağı
Hem her halkın kendi şehzadesini boğma hakkı saklı tutulmalı;

ki utansın Machiavelli. Ki...)

Sen ki bir acemi

bir saka kuşu gibi
Umudu ararken çam dalları arasında
Uykuya akıyor bütün gözlerin
Nadasında irkilen ilkyaz sabahları

Sen ki yaşamın askeri
İyi koru kendini

(Çünkü sevgilim, damarımmdan çekilen kandır Patrice Lumumba,
atlasıma sokulan diken. Atlasıma sokulan diken Patrice Lu-
mumba. Ama ertesinde bakır çalığı sessizliğin. O, bir de Allen-
de. O, bir de Sandino, O, bir de... Yakınlaştırır, büyütür parça-
larını fotoğrafın, bir şeyler bırakır eski umut gezginlerinden,
açık mavi yerlerine atlasımın, atlasımın koyu mavi yerlerine Mus-
tafa... Tutunup da ter yağından yapılmış alevine fenerin, binip
sırt çantalarında eski bir gemiye (gemi de değil ölüm teknesi),
indiklerinde birdenbireliğe, beklenmezliğe... Çünkü sevgilim,
böyle büyür işte umut, işte böyle yasadışı.)

Düşündeydi o
Kalın bir çizik attığın

yanlış sokaklara
Çünkü dağdasın

her yol ölüme doğru
Daha vurulmamışsın da oysa

elinde yüreğin
yüreğin ki düşmüş pusuya
Düşün ki beyaz bir mendil

gibi uçuşuyor sessizlik
Oya gibi işlenmiş

bütün namlulardır çevresi
Bir papatya tarlası

gibi yayılıyor yüzüne

Sen ki yaşamın askeri
İyi koru kendini

(Çünkü sevgilim, sevgiöteci bir karanlık şehzadesi, dönenip du-
rur kurtulunmaz ağlarında umudumun. Ve sessizce ayaklanır
kıyı kasabalarının halkları. Bitmez bir mum dikerler tam altına
güneşin; tam ortasına denizin, yağmur yağıyordur serin. Ağır
ağır durur yangın ve söner çamur erki. Belki yarın değil evet,
görüyoruz ne var ki, görüyoruz onu toz dumanı arasından nöt-
ronun!)

Oysa sen bir acemi

bilmezsin gez göz arpacık
Düşün ki bir karanlık, ama nasıl karanlık
Beklersin, içinde kan telaşı

güvercinin
Sen ki askersin

Bu bir kuşatma

Beklersin

Sen ki yaşamın askeri
Bir yolunu bulacaksın
Yaracaksın kuşatmayı

V

Sevgilim korkutmak istemem seni, ama
Strantium 90 ve Zeasium 137 yağacak
Dünyaya, ömrünü tüketmişlerin çılgınlığıyla

Sarınca her yanımızı nükleer bulut
Karartınca aşkı ve gözlerini senin
Katransı bir bitişe uyak olacak umut

Ve suya benzeyecek çünkü sevgilim
Meyveye, balığa ve ekmeğe benzeyecek
O gün oksijen suretinde inecek ölüm

Yani yerleşince yeryüzüne nükleer kış
Açmadan dökecek bir bir çiçeklerini dünya
Alınıp verilmeyen bir selam olacak barış

Daha yeni yeni uyanıyor oysa insan
Kendini yaratmak için dünya üstüne
Binlerce yıllık karabasan uykusundan

Dinle, «orta boy» bir savaşta diyorlar
Ağır, acılı ölümleri dışında yaşayanların
Hemen ölecekmiş en az iki buçuk milyar

Daha neler diyorlar sevgilim bir bilsen
Yalnız gölgemiz kalacakmış eşyalara yansımış
Ellerinin izini çıkarmıştı ya hani Röntgen

Delinince ozon tabakası atmosferin
Morötesi ışınlar akacakmış yeryüzüne
Yok olacakmış dirim kaynağı, protein

Düşün ne gece kalacakmış ne gündüz
Kurban edilecekmiş savaşa kış ve yaz
Hamamböcekleri yaşayacakmış yalnız

Bir şey daha var ki, yaşıyoruz henüz

VI

Çünkü sevgilim nasılsa yadsıdık biz
Bize takılan tüm takma adları
Çitlembik inceliğini, kuşkonmaz saflığını
Ama son bildiri değil bu, yazdığımız
Kuzey'den Güney'e Batı'dan Doğu'ya
Yani bütün yönlerden eserken rengimiz
Tutunduğumuz son dal olacak belki
Çocukların gözlerinde yakaladığımız kıvılcım

Diyorum ki sevgilim, elimizde kalan ne mermi

Ne bir kızgın sac, ne tutsak bir kırmızı

Tutsak bir ay, iki tutsak senle ben

Sonra bir de o, yani insanlık

Ve öpüşün ki yetmez kurtarmaya

İlle etin gerek senin, ama mutlaka

Ki alışamadım sıcak namlusuna ağzının

Ki alışmamak kendimi aşmak oluyor
Defneyi andıran bir simge oluyor sarsılman
Üstümüze bir çadır oluyor sonra da aşk
Doksan bin insan geliyor Kafkaslar'dan
Bir o kadar Yemen'den Çanakkale'den ve
Çeyrek milyon ölü Hiroşima ve Nagazaki'den
On sekiz, kırk beş ölüleri ve başkaları
Hibakushalar geliyor en sonra da
Gelip oturuyorlar yanı başımıza, susuyorlar
Su ve ay diyorlar susarak, çöl ve buz
Ekmek ve tuz, niye durdunuz, sevişin siz

Niye durdunuz: on sekiz, kırk beş, çöl ve buz

Çünkü sevgilim, her şeyi sil baştan

Ve kim dokunur bu kente bil bakalım

Ve kim dokunur tam yüz bin eliyle bize

Sen ki karanlığıma gerilen vişne ağacı

Ben derim ki, bir oyun değil üstümüze oynanan

Hem ben hiç ölmemiştim ki,

biraz geciktim belki...

V E

YANKIYAN

Eski bir türküden kopardım senin için
Bu çiçekleri doyumsuz şenliğine gülüşünün
Tam zamanında ateşler yaktın şuramda
Itır kokan kibritiyle köpük göğsünün
Şiirler ısmarladım ben de kırlangıçlara
Çok uzak ülkelere doğum günün için

Haydi öp şimdi beni, serinliğim olsun
Bedeli olsun bunca çektiklerinim
Irmaklarında avladığım sevinç gibi
Küçük arılar gibi gel, gel kon gözlerime
Şurama koyup ellerini gizemli şarkıyı duy
Dokun iki çiy tanesi gibi ellerinle

Kimse böyle şarkılar söylemiyor artık
Sen koyakların bana geri verdiği sessin
Sen bu kadar açıldığım ilk sandal
Toplamaya doyamadığım ilk gelinciksin
Sen benim küçük sevinç yumağım
Beni yüreğine damıttın işte ağıtlardan

Haydi yay bedenime rengini, irkilt beni

ÖLÜDÜR SEVGİLİLER

Ben nerede sevgili desem
Ölüler uyanıyor orda
Hayta bir hüzün buluyor bizi

Ben nerede sevgili desem
Kara pencereler açılıyor birden
Paslı bıçaklar göğsüme uzanıyor

Ve aşkım caddelere vuruyor
Karaşın bir kakül gibi
Zamansız bir ihtilal gibi

Ölüler ölüler ölüler

GİTMENİN RENGİ

Bu akşam ay terk edilmiş bir çocuktur
Kendini bulutlara vurur ah umutsuzdur
Kırmızı bir karınca gibi içime sokulur

Haydi bir şırıltı koyun şurama, ağır
Gidiyor o, bir türlü kanım akmıyor
Önce gözleri vardı, orda başladı her şey
Orda katlandım örneğin bütün mutsuzluklara
Gözleri vardı önce ve onların rengi yoktu
Karanlık bir sığınaktı gözleri yaralılara

Haydi ağır bir şırıltı koyun şurama
O gidiyor ardından kanım gidiyor
Gidiyor, mermilere hazırlıyorum kendimi
Bozguna. Neyim ben, mermiden önce garda
O ona gidiyor, bütün dudakları saçlarıyla
Ben tutup karanfiller bırakıyorum karanlığa

Ağzını açtığında yaralı bir gül diyorlar
Bir haykırış bir haykırış sabahlara kadar
Ben neyim artık, bir lambanın son soluğu
Ben bir aşkın karaya çalan lacivert sonu
Haydi ağır bir şırıltı koyun şurama
Neye olmamışsam hep ona yakalandım

Bakın nelerle yoruyorum dilimi: o gidiyor
Yorulmuş bir papatyayı bırakarak raylara
Gidiyor, ardından turuncular allar gidiyor

Ben tutup karanlığa karanfiller bıraktım

YUSUF'LA HABİL BİR DE BEN

Çocuk!... Arabesk sevişmelerin Yusuf'u
Yusuf mu? Ve o bir ayakkabı boyacısıdır

Tecimler konuşu kutsal yosma dur, bakma
Bakma, sözlerim tutuşur da geceleyin
Köpek gözlerinde bir damla yaş olur
Zamansız camilere dalan sayrı hırsızın
Sesim ses değil ispirto, sunar ölü ellerin
Ölü ellerin sunar o yoksul düşmüş meleklere

Bakma, ay ki bir sokak satıcısıdır
Ölü çocuklara kırık beşikler satar
Der ki: at umuttur ve tan’dır atım benim
Ey gelecek düşlerini süpüren esrik çöpçü
Ey benim üvey kardeşim kaldır başını bak
At mı o yıkıntılarda yatan içip de sesimi

Çocuk!... Dalgakıran ihanetlerin Habil'i
Kabil mi? Tezgahtan kalkamayanları soyar

Gece... Çoğalır Ortadoğu'da ayrıntılar
Gece, yüzlerini örter ayaklanmış ölülerin
Der ki: Bu ülkede yalnız ölüler ayaklanır
Yalnız uysal çocuklar yatar kırık beşiklerde
Ve her yoksulun yüzünde açlık sarışı dolaşır
Alır isyan duygusunu atar derin kuyulara
Kadınlar gözlerinde vurgun şarkılar taşır

Çocuk!... Midas'ın kuyusu bir ben
Ay deme, sesimi seven çirkin çingene
Gül deme n'olur, eskitiyor dudakların
Öp de deme, Ortadoğu kapanmayan, bir yara
En uyanık olan Japonlar mıdır, elma deme

Kadınlar gözlerinde...

Uzun uzun beklemelerde karardı sesim
Düştük yollarına düştük çırılçıplak
Senin yolların güz mevsimi biz de elma
Bakma, kirlenir yolların olgunlaşırsak

Kadınlar gözlerinde düşük süngüler taşır

SANA SON BİR ŞİİR DAHA

Bir hüzün sarkacı bu öyküde de
İkimizin arasında gidip gelen
İnatçı sarmaşığı kırılmış saksıların
Kopardıkça büyüyen aşklar gibi

Günbatımlarını adıyorum sana
Bu şarkımı tut ve bırakma
İster kendi rengine boya onu
İster bırak uykularını bölsün
Ya da çık sokağa çocuklara dağıt
Ben uykusuz geceler adıyorum sana

Ben yolculuklar adıyorum sana
İster git dönme bir daha
Gemi donatıp yüreğimi aşkla
Çünkü ben kıyılarına vurdum senin
Güneşe tutulan bir ayna içinden
Gözlerimi gözlerimi adıyorum sana

Bu kırgınlıklar tarihçesini sen yazdın
Ben bu tarihçeyi adıyorum sana
Sen en bitmez düğünümsün benim
Spartaküs gençliğimde çarmıha gerilen
Krematoryumlarda girdiğim gerdeksin


Artık sana şiir yazmamayı adıyorum

ELMA YİYORUM GECE GÜNDÜZ

Düşten yarattım seni ben kelebekten ötürü
Kömür tozlarından, sudan yarattım, içime
Boğuk bir ney sesi gibi menderesler çizen
Çatladı artık kabuğun yokuşlara vurdum seni

Bir gölgeler korosu adını yineliyor içimde

Karşıtlıklardan yarattım seni çünkü üzgündüm
Kanlı bir tatla uyandım damağımda geceden
Tırtıllara bıraktım zamanı, aşktan yarattım
Kordan yarattım seni yüreğimde denedim önce
Camdan ve duruluktan yarattım sürdüm kargaşaya

Uzaklıktan yarattım seni ben çünkü dalgındım
Unuttum her anına soylu gelecekler eklemeyi
İçimdeki devleri yenmekle meşgûldüm sanırım
Mayıs sabahlarından yarattım dirence attım seni
İdam mangaları yansımış isterik gözlerine

Kaçınılmaz gülden yarattım seni koşaradım
Demek umuttan yarattım bakışında kalmış izi
Yani tuzdan bozkırdan yarattım unutulmayasın diye
Korkular kattım biraz da dalgalara bıraktım
Gücüm kalmamıştı artık sınırlarımı beklemeye

Külden ve sızıdan yarattım öyle yapılır sandım
Biraz kan alırsam mutsuzluğumdan kurtulurum diye
Geleceğin aynama yansımış acılığından yarattım
Eski bir dildim oysa güneş yerlilerinin konuştuğu
Dirençlerinden yarattım seni onların ölüme verdim

Benden yarattım seni ben kuşkudan, mutsuzluktan
Sırtım yaşama dönük elma yiyorum gece gündüz
Yeraltı koşularından yarattım seni hıncıma çizdim
Üşüyorum gönderi kırılmış duyarlı bir bayrak gibi
Seni senden yarattım kuşkusuz, kendinde duy kendini

Sırtım kendime dönük kendime yürüyorum gece gündüz
Yani sana

BİR AŞKIN GECE SARKIŞI

Nasıl da çokgen bir güzellik her dokunduğumda
Yaz güneşleri eğleşir geceleri oluklarında
Ve o saçar gecelere yıldızları eteklerinden
Ayışığıdır biler kılıcımı indiğimde alanlarına

Derim, ey geleceğin bana yaraşan kollan, uzanın
Nasılsa tanırım onu dudağına astığım yakamozdan
Geceleri de giyinse kara bir tül gibi ansızın
Susuz kuyulara da dönse yüzünü aşk avlularında

Arasın ve bulsun beni sancıyan kasığında gecenin
Dörtnal atlarına binsin de aşkla yuduğum teninin
Gözlerimin ininde Afrikalı bir savaşçı
Ateşini savuruyor kösnüyle yanan etinin

Suskun bir çıngırak mıdır sabahyıldızı
Lirik bir sesle muştular umduğumuz günleri
Durur bir çarpı imi gibi göğün sıcak alnında
Der, geçmiş geçmiştir bir avuç darı gibi

Siz ey kızıl kollan geleceğin, sarın beni
Bir örümcek ağında parlak düşler kuruyorum
Bir gelincik taşıyor sırtında kırık evreni
Dudaklarından ipince ayrılıklar dokuyorum

Ey yakamoz, mutsuz aşkların ışıktan fuları
Tut elimden kaldır, yıkılmış köprüler geceyim
Yüzünün köpüğünde uyuyup kaldım kaç zamandır
Düşlerinde dizlerini kanatmış bir bebek gibiyim

Uyumsuz bir bebek gibi aşk salıncaklarında
Dönüşü olmayan kanlı isyanlar tasarlarım
Oysa eskiyim, Spartaküs oğlumdur bilirsin
Ben taktım onu bir ilk madalya gibi tarihe

Ya kim kırdı gecenin ince patiskasında iğnemi
Bilirim

KİRAZ ZAMANI

Ağır ağır giyiniyor umutlarını kiraz
Ağır ağır hayatı kebir, cismi dünya
Mucip bir vaha oluyor teri celladın
Abı şor oluyor inip kalktıkça balta
Uyanıyor çöl uyanıyor balta bir de kim
Ve sarsılarak uyanıyor bir yerlerim

Çok eski bir tanıdığım dünyaya ben
Size mutsuzluğun gizini söyleyeceğim
Çığlıkla sulanan gecesefaları altında
Gecesefaları tütün sevda bir de ölüm
Dar sokaklarında senfonik bir geçmişin
Size karayelin kısa marşını öğreteceği

Sen açık tut itiraz kapılarını istersen
Ey çetelimizi tutan telaşlı kâtip
Ölüm mü, dipnotumuzdur aslında bizim
Biz bu filmin uslanmaz çocukları
Biz bize göre kullanırız ölümü de

Ey kendini yineleyen yorgun pençe
Mutsuzluğumuzla sarsılan son erk
Ve bir kediyi kederine sığdıran dil
Biz ki bize göre kullanırız geceyi
Gidişsiz dönüşsüz yollar biliriz
Biz ki nedensiz birer yolcuyuz belki

Ağır ağır soyunuyor bütün kirlerini su
Yeni bir dile çalışıyor şimdi karanfil
Boşaltıyorum artık kül tablalarını
Siliyorum kış seslerim ırıklardan
Yine uzasın sokaklar ısırılsın elmalar
Yine yarılsın boyunlar üzümler ezilsin

Mutsuzluk tam bize göredir kiraz zamanı

ESKİYEN İLİŞKİLERDE VE YALNIZLIĞA SONNET

Artık korkuyorum kendi gözlerimden/Hele atkestaneli cadde-
lerden geçerken/Ben korkuyorum bu karardık ellerimden/Du-
rup dururken saldırırım sanıyorum/Yüreğime//
Hele bir kibrit çıt derse içimde birden/Birden ürperirsem bir aş-
kın yazsonu/Üstümde bir savaşın bitişindeki telaş/Yılansı bir
yalnızlık bir otobüsün ardından/Ardından siyahi bir kuş öter
dallarımda/İyicil hiçbir diktatöre dayanamam artık//
Baştanbaşa alev alır ufuk/Karanlık kendini asar bir Van Gogh
resmine/Çevrede bir Robes Pierre kızıllığı/Bir 'bir umut böyle
bitti' sarsaklığı/Beş bin yıllık bir kenti katlar üstüme, yürürüm/
Yürürüm tuhaf değil mi bir şövalye kılığıyla/Düelloda yaka-
larlar beni kendimle//

Artık bırakmam/Kendimi cami avlularına/Bir kibrit çıt derken
içimde yeniden/Yanar bin yıllık bir kandil umulmadık bir an-
da/En bildik caddelerde yürüyorumdur artık/Bir kibrit daha çıt
der içimde/Armağan ederim kılıcımı size, alın işte/Alın koru-
yun onu, kullanın dağlardan indiğinizde//
Yeter köylü gelinler gibi acıyla yetinmek/Küçük bir suya baka-
rak adımı yineleyeceğim/Bıktım her derebeyi dikeni vücudum-
da denemekten//
Dayanamam artık iyicil hiçbir diktatöre

İMZA YERİNE

Hüzün sırnaşık bir sarmaşık gibi
Yüzümün ırıklannda akşamüstleri

Gece kimsesiz bir ölüdür yolumun üstünde
Durur bir gece bekçisinin korkak gözleriyle

Bir çakırdikendir bu gülüşüm boynumda taşırım
İnadımdır benim böylesi yakışır genç ölüye

Boyumdan büyük düşler kurarak yaşadım hep
Bu karanlık cangılda bileklerime dolayıp ateşi

Sen büyük ikindi sonralarına hazırla kendini
Çünkü nisandır abartılmış bir yaradır umut

Beklenmedik buluşmalara hazırla kendini sen
Ki bir gül açıyor arka bahçesinde karanlığın

Ölümse sıcak öpüşler bırakmaktır
Bir türlü ısınmayan denize

Hep bir sövgü gibi yaşadım ben, bilirsin
Ki yıldırımlar karanlığa atılan imzalardır

MUAMMER KARADAŞ

1960 (nüfus kaydı'64) yılı Aralık ayının 13'ünde Kastamo-
nu'nun Tosya ilçesine bağlı Aşağıkayı Köyü'nde doğdu. İlkokulu
burada bitirdi. İlkokulu bitirdiği yıl (1973), bütün köy bir yan-
gınla ortadan kalktı. Babasının, işini (marangozluk) sürdürebil-
mesi için Tosya'ya göçtüler. Ortaokula, bir yıl gecikmeyle burada
başladı. Ortaokul ikinci sınıfta 'parasız yatılı' sınavını kazana-
rak öğrenimini (23 Ağustos Ortaokulu’nda, Abdurrahman Paşa’da

yatılı olarak) Kastamonu'da sürdürdü. Babası 'kısa yoldan
meslek sahibi' olmasını istediğinden birkaç meslek lisesinin sı-
navına girdi. Bunlardan Tapu ve Kadastro Meslek Lisesi'ni se-
çerek Ankara'ya geçti (1977). Liseyi bitirir bitirmez Rize'ye Ka-
dastro fen memuru olarak atandı. Bu arada 24 Ocak Kararla-
rı'yla babası iflas etmiş ve aile büyük bir yoksulluğa düşmüştü.
(Aile daha sonra 'kapıcı' olarak İstanbul’a yerleşti.) Rize'de bir
yıl çalıştıktan sonra Üniversite sınavlarına girdi ve G.Ü. Gazi
Eğitim Fakültesi (o zaman Gazi Yüksek Öğretmen Okulu) Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü kazandı. Memurluktan istifa etti
ve bu okulu büyük ekonomik ve psikolojik zorluklar içinde 1987'
de bitirdi. Şimdi Diyarbakır'da öğretmenlik yapmaktadır.

Şiir yazmaya ortaokul birinci sınıfta başladı. İlkokuldayken
babasının tozlu raflarda duran, uyaklı ama ölçü bilinci olmadan
yazılmış çok lirik destanlarıyla karşılaştı. Babasının bu şiirlerde-
ki duyarlığı, ta o zamandan etkiledi onu. İlkokul öğretmeni ise
iyi bir şiirseverdi (İsmet Kaya). Hemen her gün derslerde şiir-
ler okurdu. Buna kendi içedönüklüğü ve kitaplara duyduğu bü-
yük ilgiyi de eklersek tam anlamıyla bir şiirsel atmosfer içinde

yetiştiği söylenebilir.

İlk şiiri 1983'te Yarın Dergisi'nde yayımlandı. Daha sonra

değişik dergilerde şiirler yayımladı. Varlık'ta «Şiire Armağan»

genel başlığı altında denemeler de yazmaktadır. 1984'de Yeni

Türkü Yayınları Şiir Yarışması’nda «övgüye değer şair» olarak

değerlendirildi. 1986'da Ankara Tabipler Odası'nın düzenlediği

Barış konulu şiir yarışmasında «ikincilik», 1987'de Akademi

Kitabevi «Şiir Başarı Ödülü» verildi. «Aşkta Sakınmak Olmaz»

şairin ilk kitabıdır.

Yorumlar

İzleyici Neye Bakıyor?