ŞİİRE ARMAĞAN/ ‘ŞİİR’DEN ‘ŞİİR’E

‘ŞİİR’DEN ‘ŞİİR’E
Bu yazıların büyük savları yoktur. Dahası, öznel bir bakış
açısıyla yazıldığını bile düşünebilirsiniz. Ama, bilimsellik-
ten ve güncelden bütün bütün kopuk olduğu da düşünül-
memelidir. Bu bağlamda, bu yazılardaki eksiklik ve sav-
ruklukları da hoş karşılayacağınızı ummak istiyorum.

Yepyeni ne söyleyebilirim ki şiir üstüne? Kendisine ilişkin en yeni şeyleri, kendisi söylüyor zaten. Böyle bir amaç saptamak, kendimi sınırlamak olur hem. Hem de, kendi kendisi için söylediği 'yeni şeyleri', kuram düzeyine çıkaracak yetkinlikte de değilim üstelik. Öyleyse, ne yapmaya çalıştığım sorulabilir. Sanırım şiir, yalnızca temel oluşturup çerçeve çizecek bu yazılara. İnsan, yeninin çocuğudur çünkü; yaşamın öbür adıdır devinim. Dilin yaşama göre durağanlığım aşmada, büyük bir olanaktır şiir. Bu yüzden şiir, yaşama en yakın koşan a«ir. Kolay kolay evcilleştirilemeyen türünden. İşte onun için binemiyor ona her önüne gelen... Siz, ey usta biniciler!...
Ayrıntıların çelişik birliğidir bir anlamda yaşam. Bu çelişik ayrıntılar, insan ve insanlık bütünü'nün onlarsız olunamaz parçaları (mütemmim cüz)dır. İnsan bilinci ve duyarlığı da, sözü geçen ayrıntıların geçişik bir yansıması olsa gerek. Kendini, yaşamsal etkinlikleriyle var kılar insan. Her insanı sonuçta, etkinlikleri tanımlar olsa olsa. Üretime yönelik olduğu gibi tüketime de yöneliktir bu etkinlikler. Eğer, doğanın bir misyonuysa insan, onu (doğayı) değiştirip dönüştürmeye, kendine uygun kılmaya da yetili demektir. Onu, kendi varlığına karşıt gelişmelere sokması, baz olarak alınamaz. Ama, kendine doğru geliştirirken ortaya çıkan yan etkiler olarak düşünebiliriz, bu 'kendine karşıt gelişme'yi. (Aslında, teknolojinin saptırılmış ürünleri değil midir, gelişmiş -bütün- savaş araçları?)
(Dolayısıyla) insanın evrimine koşut bir evrimi yaşadı şiir de. İlk olanın "söz" olmadığı gibi, şiir de değildir 'ilk' olan. 'Şiir' hep vardı ama. Dile bağlı değildir bu anlamda 'şiir'in varlığı. 'Şiir' biçimlenmemiş, soyutlanmamış olarak gerçeklikte vardır zaten. Henüz şiir değildir ama, hammaddesidir şiirin. Benzin, nasıl, çıkarılmamış ham petrolde vardır... Bir tür ham şiirdir bu. Onun şiir olması dile(söze), insana bağlıdır dolayısıyla. İnsanın en eski ve köklü etkinliklerinden sayabiliriz şiiri, insanın yaşama uğraşıyla birlikte. İnsan, yaşama uğraşı içinde elini, dolayısıyla beynini geliştirmiş; bu gelişme, üç aşağı beş yukarı dilsel gelişimini de yönlendirmiştir. Karmaşık insan yaşamında hemen hiçbir şey, bire bir, tek nedenlere indirgenemeyeceğinden, çalışma (iş), dilsel evrimin temelinde olmasına karşın, onun gelişimini sağlayan tek neden değildir. 'Yaşama uğraşı' dediğimiz, birçok etkinliği ve dolayımı kapsayan kavramın içindeki türlü neden de, bu gelişime katkıda bulunmuştur. İnsan ve dili geliştikçe ona (bakışımlı olarak değil) geçişik olarak şiir de gelişmiş ve yetkinleşmiştir. Sanki (dil, nasıl zorunlu ve doğal etkinliğiyse insanın, şiir de) en doğal ve zorunlu etkinliklerinden olmuş ve birçok gereksinimine yanıt vermiştir.
Demektir ki bu, şu ya da bu biçimde, şu ya da bu oranda kendi varlığını yaşama/doğaya dayatmada bir araç olarak kullanmıştır şiiri insan; kendi çok boyutluluğu, çok katlılığı ve karmaşıklığıyla yoğurarak. Ki, bu durum değişmez, onu, salt bir boşalma, arınma aracı olarak kullandığında bile. Bıktırıcı bir tartışmaya da son veriyor böylece şiirin özgül tarihi. İnsanın, en kendine özgü ve en yaşamsal etkinlerinden olmuştur şiir, üretim ve yeniden üretim (tüketirken üretim olarak. İnsan, kendi gelişiminin boyutunu yansıtmış şiire; şiir de özgül bir varlık olarak, insan duyarlığına ve düşünsel gelişimine katkıda bulunmuş çapı oranında (ki bu çap, küçümsene-mez). Yani insanın özgürleşme savaşında şiirin de tuzu bulunuyor. Dolayısıyla şiir insanın insan olarak yüz akıdır. İnsanı, insan olarak tanımlamaya yarayan önemli ve özgün bir etkinliktir kısaca.
Gündemden kalkmış gibi görünse de, bir soruyu daha tartışmak gerekir belki, ilk bakışta önemsiz ve yanıtlanması kolay bir soruyu: Kimi insanda, gizilgüç (potansiyel) olarak mı bulunur şiir? Ya da anlık ve yüce esinlenmelerin mi bir ürünüdür? Yani, dışardan bir güç mü donatır insanı şiir yazma gücüyle? Yıllarca bunun avuntusu, övüncü ve belki tedirginliğiyle yaşadı şairler; yani ister istemez bir yalvaçlık misyonu yükümlendiler. Sözlerindeki tatlılık ve ilk bakışta kendini ele vermezlik ya da bunlara benzer başka olağanüstülükleri(!), onları dinleyenler ve okuyanlarda da böyle bir yanılsama yarattı düşünsel gelişimin başında olduklarından. Ve onları bir yalvaç olarak tanıdı kendine insanoğlu, yani bilinmezin elçisi. Dışarıdaki/üstteki bir güç, şairi sözcü seçmiş kendine, onlarda ete ve kemiğe bürünmüştü. Kimi rüzgârın/kasırganın elçisiydi onlar; kimi, ateşin/güneşin/yıldızların; kimi, güçlü bir hayvanın vö. Yalvaçlığın çekiciliği yanında sorumluluğu ve bedeli de büyüklü elbette. Çağdaş dinlerin onları kargışlamalarını nasıl açıklayacağız yoksa? Çünkü onlar, kitleler üstündeki etkileri, onları büyüleme güçleriyle arkalarından sürükleyebilme yetileri bakımından çağdaş dinlerin tanrılarına seçenek oluşturuyorlardı neredeyse. Bu yüzden "müşrik" dediler onlara, aslında kendileri de birer şair olanlar.
Şimdi bir soru daha: Başlarda (şairlerin de onlardan geldiği bilinen) büyücülerin, yaşlılardan, kadınlardan ve fiziksel bakımdan güçsüzlerden oluşması bir rastlantı mıydı? Bu soruyu olumsuz yanıtlayıp, görece bir neden-sonuç ilişkisi kurabilirsek, önceki sorumuz da açıklığa kavuşur aşağı yukarı. Birçok aşamadan sonra anlaşıldı ki, insan beyni, doğuştan dolu, işlenmiş değildir. Locke gibi dersek, bir tür "tabula rasa"dır. (Burada sorunun doğumla sınırlanmadığı açık. Yalnızca, Platon ve öbür idealist düşünürlerin "idea", ve "bilgi"nin insan öncesi var olduğu kuramlarına karşıt olmak üzere söyledim bunları.) Yaşandıkça, yöntemli araştırmalar yapıldıkça ve yaşanılmış olanlar öğrenildikçe işlenir o. Birçok etkenin belirlenimi altında yönlenir bu işleniş. Ya da, 'birey olma' anla-mında yeterince yönlenemez, çarpık yönlenir ve güdüklüğü taşır durur. Neyse. Demek ki, büyücüyü yaratan dana çok koşullarıdır. Şair, özünde öbür bireylerden niteliksel ayrımlar göstermez. Herkes gibi, onun da düşünsel ve mesleksel yönelimini belirleyen genel anlamda, bilinçli çalışmaları ve içinde bulundukları kültürel/toplumsal/düşünsel/duygusal/fiziksel vö. çevredir.
Şiir yazdıkça daha özgürüm kendime karşı
Şair olarak çabam, seni özgür kılmak sana karşı

Ülkemizde, şiir üzerine kitap boyutunda çalışmalar pek görünmüyor nedense. Bu alanda kalem oynatmak zor olduğundan mı yoksa istem yetersizliğinden mi, nedense... Hiç yok da denemez elbette. İki yıl önce yayımlanmış bir yapıtı özellikle anmak istiyorum burada, hem nicel hem nitel anlamdaki öneminden dolayı. Şiir ve Gerçeklik. Özdemir İnce'nin, hangi bağlamda olursa olsun şiirle içli dışlı olan herkesin es geçemeyeceği bir yapıtı. Şiirin hemen bütün sorunlarıyla şakalaşıyor, geniş bir alanda 'cirit' atıyor onlarla. Amacım kitap tanıtmak değil elbette. Ama, şiir üstüne konuşurken, şiir üstüne yazılmış güzel bir kitabı es geçemezdim.
"Edebiyatın bilgiye indirgenemeyen bir nitelik taşıdığım ama yine de bilginin tikel bir biçimi olduğunu unutmamak gerekiyor." (Gerçeküstücülük, S.Hilav-E.Ertem-O.Kutlar, De Yayınevi, s.10, aktaran Özdemir İnce, Şiir ve Gerçeklik, Broy Yay. s.25) Evet, özel bir bilgilenme türüdür şiir de. O, yetkin bir dil aracılığıyla, doğanın kendi iç ilişkilerinden. insanın doğayla ilişkilerinden, birey olarak insanın öbür insanlarla (toplumla) ilişkilerinden, ve insanların tek tek kendi aralarındaki ilişkilerinden yola çıkarak, henüz çözümlen-memiş birçok sorunu ortaya koyup, birçok henüz bilinmeyeni günışığına çıkararak ya da bilinenlerin bilinmeyen yönlerini sezdirerek bilimin boş bıraktığı ya da ulaşamadığı alanlarda özgül bir bilinç oluşturur. Elbette bunları yaparken duyma ve düşünme biçimlerinin birisiyle sınırlamaz kendini. Yani, ne salt betimlemedir şiir, ne de öyküleme ve öbürleri. Hep yeni yol ve yöntemler arayıp bularak geliştirir ve var kılar/dayatır kendini. Kaçaklığa, sığınmaya, kolaycılığa ve bilgisizliğe hiç yüz vermez bu yüzden. Yine bu yüzden, "şiir amatörleri"ne yaşam hakkı tanımaz. Onun işi hep yeniyle (ya da yaşar olanla), toplumla ve gerçeklikledir. "En öznel sanatçı bile toplum adına çalışır. Daha önce betimlenmemiş duyguları, ilişkileri ve koşulları betimlemekle, bunların görünüşteki soyutlanmış "ben" inden "biz"e dönüşmesine yardım eder." (Sanatın Gerekliliği, Ernst Fisher, e yay. s.50)
Bu söylediklerim, şairle şiiri arasındaki ilişkiyi, aralarına girilmez ilişkiyi yadsıdığım anlamına gelmesin. Tersine, şairle şiiri arasındaki ilişki ne kadar sıkı fıkıysa, ne kadar aralarına girilmez bir örgünlükteyse şiir o ölçüde gerçeklik ve yaşarlık kazanır, kanımca. Ama, T.S. Eliot'un da belirttiği gibi, şair özgünlük adına, kimsenin yaşamadığı ve yaşamayacağı "şahsına münhasır" olan duyguları işlemekten çok, genel geçer duyguları, "herkesin yaşadığı duyguları" işlediği, onları ele geçirebildiği oranda 'büyük' ve 'kalıcı' şiiri yazmış olur. Demek özgünlük, aykırı olanı işlemekle, duygu ıkınımlarıyla yakalanamıyor. Sorun, 'geneli tikelde elegeçir-mek'te yani. Özgünlük ise, herke yaşadığı, yaşaması olası duyguları (okuyanların duygularını) kendilerine ayrımsatmak, duyumsat-mak ve sezdirmekte; bunu başarabilecek biçim ve biçemi yakalayabilmekte yatıyor. "Şiir, duyguların başıboş kalması değil, fakat şahsiyetten kaçıştır." (Edebiyat Üzerine Düşünceler, T.Ş. Eliot, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ağustos'83, say.27/28)
Böylece şiir, toplumsallık, kitlesellik, işlevsellik kazanıyor, Şaire düşen ise, ileri ve geri, ulusal ve evrensel ayrımı yapmadan
insanlığın, tarihsel, kültürel, şiirsel deneyim ve birikimini özümseyerek, sağlıklı bir yöntem ve bakış açısıyla kendi potasında eritip
yaratıcı imbiğinden damıtarak özgün bileşimlere varmak oluyor. Özellikle 'genç' şairin, "Everest tepesinin çevresini dolaşmak kolaycılı yerine, onun üstünden aşmak" çaba ve emeğinin yanında, olası riskleri de göze alması zorunlu görünüyor. (Tırnak içindeki düşünce Özdemir İnce’nindir. Ben, düşünce olarak alıntı yaptım, sözcüğü sözcüğüne değil. O, bunları, Nazım şiiri için söylüyor, ben genelleştirdim.
/Özdemir ince, Yeni Düşün, Ocak'87, "Nazım Hikmet 85 Yaşında.” Toplu Söyleşi)

VARLIK, SAYI 958, TEMMUZ 1987

Yorumlar

İzleyici Neye Bakıyor?